Alacakaranlıkta uyandırıyor saat farkı. Sakin sakin atıyor
evin kalbi.
Uykularının en tatlı yerindeler.
Ayaklarımın ucuna basa basa gidiyorum dış kapıya.
Merhaba Vancouver, merhaba akçaağaçlar…
İyi geliyor sabahın serinliği. İyi geliyor uçuşan yaprakları arasında yürümek dev ağaçların, hafif hafif çiseliyor yağmur… Kırmızı bir elma var çitin üzerinde. Kuşlar için konulduğunu düşünmek iyi geliyor, gülümsüyorum.
Tek tük yürüyenler, koşanlar geçiyor yanımdan. Selam vermeleri iyi geliyor, ısınıyorum. Kapı önünde kozmoz çiçekleri olan bir evden hafiften piyano sesi sızıyor sokağa, yavaşlıyor rüzgar, yavaşlıyorum.
Bir çakalla göz göze geliyoruz aniden, uyarmışlardı hatırlıyorum. Ne korkmak, ne görüntü almak gelmiyor içimden. Gözden kayboluşunu izliyorum.
Bahçelerin kaldırımlara taşan çiçekleri , yer yer mini sebze bahçelerine bırakıyor yerini.
Kah yavaşlayıp kah hızlanan adımlarımın sesi dışında her ses her düşünce duyulmaz oluyor. Sadece yürüyorum.
İyice aydınlanıyor ortalık, dönüş yolunda mini minnacık bir kütüphane görüyorum. “Take a book, leave a book” Şehirde onlardan yüzlercesi var.
Yüzümdeki gülümseme daha da büyüyor.
“Yeryüzü insanlar için özel olarak yaratılmış, mutluluksa herkesin erişebileceği bir şey gibi görünüyor insana. Bu dünyanın ne denli acımasız olduğunu unutmak çok kolay.”*
—————-—
* Mandarinler, Simon De Beauvoir
"İşlerine yetişmek için koşuşturan insanlar, tıklım tıklım otobüsler, dolmuşlar. Tıkanmış, adım adım yürüyen trafik ve durmak bilmeyen bir saat, stresli, endişe dolu yüzlü insanlar..." gibi bir dünyadan kalkıp da sakinliğin cennetine gitmiş gibi sanki. Tam bir rüya bizler, Türkiye'de yaşayanlar için.